-Sahici olmayan bir şeyler olduğunu söylüyor seni izleyenler. Sinirli hareketlerin, agresif tavırların, sahada olmadık yerde parlamaların...
"Neyin sahici olmadığını anlayamadım. Kondüsyonum mu, hareketlerim mi, futbol oynama isteğim mi? Anladığım yerden başlayayım; Sahanın içinde oyun anında kalp atışlarımız yükseliyor, beynimize giden kan azalıyor neredeyse. O anlarda -zaman zaman ama- bazı olmadık davranışlarda bulunabiliyoruz. Bunu kimseyi gerçekten kırmak için yapmıyorum. Doğru dürüst düşünemedeğimiz, sağlıklı karar veremediğimiz durumlar, anlar oluyor. Aşırı hırslıyım. Kendimi kaybettiğim anlar olmuyor değil.
-Aşırı hırsa mı bağlıyorsun bunu?
"Bir kere şunu öncelikle belirtmeliyim; Ben çok çalışıyorum. Ne için mi? Hep daha iyisini yapmak için. Hep daha iyi olabilmek için. Çünkü bunu açıklamakta bir sakınca da görmüyorum yapım böyle çünkü; kaybetmeye tahammülüm yok. Bu bir maçın bir anında da olabiliyor maçın bütününde de. Ama hep hırsımdan ve kazanmak isteyişimden. Kaybetmemek için yaptıklarımın hepsinin doğru olduğunu da söylemiyorum zaten."
-Yani bir iç hesaplaşma bir özeleştiri başlıyor yanlış hareketlerden sonra...
"Elbetteki. Ben de yaptıklarımı bir süzgeçten geçiriyor, nerede doğru yaptım nerede yanlışım var bunun muhasebesini yapıyorum. Yoksa kendimi geliştirme ve aşama kaydetme şansım olamaz ki."
-Peki ‘kaybetmek istemiyorum’ ya da ‘sürekli kazanmak istiyorum’ nasıl bir duygu ki sana bunları yaptırıyor. Örneğin bir Avrupa Kupası maçında ortada bunu gerektirecek bir durum yokken rakibine sertçe darbe vurmuştun.
"Belki yanlış söylemiş olabilirim, herkes eninde sonunda kaybeder de, yaşam hep kazanç olarak yazılmıyor hanemize. Ben her şeyimi ortaya koymaya çalışıyorum ama her şeyimi. Kaybettiğiniz zaman da kazananı tebrik ve taktir etmek gerekir. Ama düşünün ki herşeyinizi ortaya koymadan bütün kondüsyonunu dökmeden kaybedersen tabi ki üzüntü duyarsın. Benim de yaşamak istemediğim duygu budur."
-Yani bütün o saha içi gerginliklerin nedenini bu isteğe yani kazanma arzuna mı bağlamalıyız?
"Ben kimseye özellikle zarar vereyim diye sahaya çıkmıyorum. Rakip takım futbolcularıyla, hakemlerle olan diyaloğumda bir aksaklık bir yanlış oluyorsa o sadece sahadaki pozisyonun getirdiği bir şey. O anlık doğru düşünemiyorum.
"Bundan başka bir şey de değil. Ben kimseye özellikle zarar vereyim diye sahaya çıkmıyorum. Ama kazanmak en büyük arzum. Rakip takım futbolcularıyla, hakemlerle olan diyaloğumda bir aksaklık bir yanlış oluyorsa o sadece sahadaki pozisyonun getirdiği bir şey. O anlık doğru düşünemiyorum. Bütün adelelerim, bütün sinirlerim, bütün vücudumla ayaktayım ve etkileniyorum haliyle. İkili mücadeleden çıkmışımdır, nabız yüksek atıyordur onun tesir ettiği bir şeydir, bir durumdur bu. Bütün benliğimle taşıyorum formamı. Bazen maçlardan sonra kendimi izlediğimde ise ne yapmışım, bunu yapmamam gerekirdi diyorum tabi. Kaybetmeye karşı allerjim var da diyebilirim."
-Kendi oyununu kasetlerden izliyor musun? Daha doğrusu kendini dışarıdan izliyor musun?
"Evet nasıl bir oyun oynamam, o pozisyonda nasıl davranmam gerektiğini bir bir oturup değerlendiriyorum."
-Ama başka futbolcular da böyle değil mi? Onlar da aynı mücadeleyi vermiyorlar mı?
"Tabi ki herkes mücadele ediyor. Kaleciler hariç ama...-gülüyor-"
-Hep ilgi odağı oldun İlhan. Özel yaşantında ya da futboldan ayrı kaldığın dinlenme anlarında, ailenle birlikteyken neler yaptığını hep merak etmiştir insanlar.
"Bunu defalarca söyledim ama yine söylemekte yarar görüyorum; Benim bir ailem var ve bu benim özelim. Ben özel yaşantımla değil futbolumla konuşulmak istiyorum. Bilmiyorum insanlar ne alama getiriyorlar bu tutumumu? Bilmiyorum ne diyorlar acaba, İlhan Mansız kendilerinden farklı bir hayat mı yaşıyor diye düşünüyorlar? Kimseden farklı yaşamıyorum. Herkes beni başka bir biçimde yaşıyor zannediyor ama siz ya da bir başkası nasıl yaşıyorsa o kadar normal bir hayat sürüyorum. Kaldı ki haftanın dört beş günü kamplarda, maçlardayım. Topu topu bir iki günüm evde geçiyor neredeyse. Bir çocuğumuz var. İlk sırada o yer alıyor. Bütün planımızı onun üstüne kuruyoruz zaten. Onun bakımıyla ilgileniyoruz, sabah kalkıp kahvaltımızı yapıyoruz, gazeteleri okuyoruz, idmanıma gidiyorum gibi. Genelde vaktimizi evde geçirdiğimiz için gözönünde olmuyoruz. Çocuk varken dışarıda olmamız çok da mümkün değil. Yani olağanüstü bir durum yok.
-Peki gerginliklerinin nedeni biraz geç keşfedilmiş olman, uzun süre bekletilmiş olmanın getirdiği bir an önce başarma duygusu olabilir mi? Seni bunlar gerilime sokuyor olabilir mi?
"Geç keşfedilmiş olmak mı? Bunun nedeni kendimim önce. Tercihlerim. Bunu ben tercih ettim. İki kere futbolu bıraktım. Bu nedenle üç sene kaybettim diyelim."
"Geç keşfedilmiş olmak mı? Bunun nedeni kendimim önce. Tercihlerim. Bunu ben tercih ettim. İki kere futbolu bıraktım. Bu nedenle üç sene kaybettim diyelim.Ve bunlar olurken henüz futbola yeni başlıyordum aslında. Kendimce aldığım kararlardır beni biraz geciktiren. Bunun bir gecikme olduğunu düşünmüyorum doğrusu. Her şeyin bir zamanı olduğunu düşünüyorum. Zamanı bu dediğim dönemlerde gerçekleşiyor herşey. "
-Nasıl bir üç sene bu?
"Önce Gençlerbirliği’ndeyken ardından da Almanya’dayken bıraktım futbol oynamayı. Yani iki kez futboldan koptum. Aslında Türkiye’ye gelmek istemiyordum ben. Ailem bunu istedi. Hatta bana baskı yaptı da diyebilirim. Buna kendimi hazır hisetmiyordum. Almanya’da yapmak istiyordum yapacaklarımı. Örneğin Almanya’da kendimi göstermek, futbolcu olmak istiyordum. Orada yaşıyordum ve orada mücadele etmek istiyordum. Aileme karşı bir tepkiydi bir yanıttı Gençlerberliği’nde futbol oynamak istemeyişim ve bırakışım. İşte siz beni getirdiniz ama bana istemediğim bir şeyi yaptırdınız. Ben de olumsuz koşullarda oynamayacağım deyip bırakmıştım futbolu. Henüz 20 yaşımdaydım o zamanlar."
-Peki nedeni neydi bunun? Ankara da azımsanacak bir kent değil. Almanya ile Türkiye arasında bir tercih yapmak zorunda mı hissettin kendini?
"Tamam ama ben burada amatör takımda oynatılıyordum ve Köln’de bir şans yakalayabileceğimi düşünüyordum. O nedenle istemediğim bir yerde istemediğim koşullarda olmaktansa koşullarımı kendim yaratacağım bir Avrupa takımında olmayı istedim. Aileme bir tepki olarak almak lazım bunu. O şansı bana vermediklerini ya da şansımı kullanmama izin vermediklerini düşünmüştüm. O şans elimden alındığı için tepki vermiştim. Daha sonra Gençlerbirliği’nden ayrıldım. Kelimenin tam anlamıyla kaçtım. Futbol oynamadım, aylarca antrenmansız kaldım. Almanya’daki takımla da finansal problemler yaşadım. Dediğim gibi dolaylı yollardan geldim buralara. O yüzden iki üç senelik bir kaybım oldu."
-Tüm bunlardan sonra Beşiktaş forması giydin ve Lucescu gibi bir teknik adamla çalışıyorsun. Genel ya da bütün özel anlamlarıyla senden Beşiktaş’ı değerlendirmeni istesek.
"Tam anlamıyla bir ekibiz. Bizim ayrı bir havamız var. Kimse formasının arkasına saklanmıyor, yüreğini ortaya koyuyor ve arkadaşı için savaşıyor."
"Bunu daha önce de söyledim ve tekrar etmekte de yarar görüyorum; biz bir kolej takımıyız. İyi bir ekibiz. Tam anlamıyla bir ekibiz. Herkes kendi ekibinin ya da takım arkadaşlığının iyi olduğunu söyler. Öyledir de. Ama bizim ayrı bir havamız var. Kimse formasının arkasına saklanmıyor, yüreğini ortaya koyuyor ve arkadaşı için savaşıyor. Bunun bizim en büyük özelliğimiz olduğunu düşünüyorum. Bu tür şeyleri herkes haklı olarak kendi takımı için de söyleyebilir. Haklıdırlar da. Ben bizim ayırtedici özelliğimizin bu olduğunu söylüyorum sadece."
-Evet ekibin nasıl bir yapıya sahip olduğunu açımlamak adına olumlu şeyler bunlar. Peki Lucescu. Sürekli problemli olduğunuz yazılıp çiziliyor. Ama o senin sakatlığın döneminde bile seni beklediğini belirten şeyler söyleyip bir santrafor alınmasını engellemişti...
"Evet. onunla sakat olduğum zaman ve sakatlığımın uzayacağını öğrendiğimiz zaman oturup konuşmuştuk. Sakatlığımın tedavisi için İtalya’da bir doktora gittim. O bana altı haftalık bir rehabilitasyona ihtiyacım olduğunu söyledi ve iyileşme görülürse bunun bir üç dört hafta daha gerektirdiğini belirtti. En iyi ihtimale ikibuçuk ay sonra takımla antrenman yapabilecek duruma gelecektim.Ameliyat olmalıydım. Bu ise iyileşmemi geciktirecekti. Hem kendim için hem de takım için iyi olan bir an önce sahalara dönebilmemdi. Ameliyatı tercih etmeyip kendime çok iyi bakıp çalışmalıydım. Öyle de yaptım. Hocamla birlikte aldık bu kararı. Rehabilitasyon süresince her gün bilgi aldı İtalya’dan. O bana olan inancını, güvenini böyle göstermişti. Bana düşen de oynayacağım futbolla güvenini boşa çıkartmamak olmalıydı. Bunu da oynadığım futbolla göstermeye çalışıyorum. Daha doğrusu güvenini boşa çıkarmadığıma inanıyorum."
-Basını takip ediyor, kitap okuyabiliyor, biraz da olsa kendine vakit ayırabiliyor musun?
"Tabi ki herkes gibi ve herkes kadar ben de basını takip etmeye çalışıyorum. Maçlardan sonra bizim için yapılan değerlendirmeleri, köşe yazılarını, yorumları okuyorum en azından olaylara bakışımız ve görüş açımız farklı mı aynı mı diye... Yanımda mutlaka kamplarda kitabım olur."
-Ne tür kitaplar bunlar?
"Özellikle dil problemi yaşamamak için Almanca romanlar okuyorum."
-Saç biçimin giyimin kuşamınla çok konuşuluyor ve ilgi topluyorsun. Hiç seni izleyenlerin sana benzemek isteyeceklerini düşünüp kendince hazırlık yaptığın, aksesuarlarını seçerken bu tür şeyler düşündüğün olur mu? Örneğin Hasan Şaş ayakkabısına bağladığı bantların, şortunun, formasının biçiminin özel bir dizaynda olmasını istediğini, bunun bir oyuna bir gösteriye çıkarken moral açıdan olumlu şeyler olduğu söylemişti. İbrahim bant takıyor, bunu sen de zaman zaman yapıyorsun... Soyunma odasında bir köşeye sinmiş bir yabancı futbolcunun ıstavroz çıkardığını görürüz...
"Tabi ki böyle durumlar var. Hasan öyle rahat ediyordur ve bundan daha doğal bir şey olamaz. Ben de genç birisinin beni örnek alabileceğini düşünüyorum. Ama bunun için özel bir şey yapmıyorum. O benim özümle ilgili bir şey. Yani ben öyle olmak istediğim için, bunun bana yakıştığını düşündüğüm kendi biçimimin bu olduğunu düşündüğüm için yapıyorum ne yapıyorsam. Ayakkabı markam, aksesuarım şu olsun, koluma bunu takayım, bu maçta bunu giyeyim gibi bir ön hazırlığım yok. Saçıma süreceğim jöleyi falan düşünmem... Bunlar yan etmenler. Benim sahada göstereceğim performanstır önemli olan. Kaldı ki çok ani kararlar veririm. Şu olsun der çıkarım sahaya..."
-Başka bir örnek de Beckham. Sanki bir paket gibi duruyor değil mi sahada? İyi hazırlanmış bir paket...
"O tamamen bir marka gibi pazarlanıyor. Hem de bu pazarlamanın özel bir startejisi var. Bakın Avrupa’da ondan daha iyi futbolcular, daha yetenekli adamlar var ama onlar Beckham gibi pazarlanmadıkları için ya da zaten böyle bir şey istemedikleri için onun kadar isimleri geçmiyor. Ben de Beckham gibi pazarlanan bir marka olarak değil aksine futbolumla anılmak belki de futbolumla bir marka olmak istiyorum."
-Peki genç bir oyuncuyken idolün var mıydı senin de?
"Ben Eskişehir’in küçük bir köyünde yaşarken de Beşiktaş’ı tutardım. Odamda futbolcuların resimleri olurdu. Posterlerini biriktirirdim... Rıza, Feyyaz, Ali, Metin, Ulvi, Şifo Mehmet, Kadir, kaleci Bako... Aklımda olanlar... İdolüm olmadı hiç ama beğendiğim futbolcu olarak Maradona vardı. Beşiktaşlı değildi ama...-gülüyor-"
-Dünya Kupası maçlarında Roberto Carlos’u eblehe çeviren aşırtmanı kendimce kupanın en güzel hareketi olarak değerlendirmiştim. Böyle şeyler düşünür müsün maçlarda? Mesela şu pozisyon doğsa da şu hareketi çeksem gibi?
"Böyle bir şeyi düşünmem önceden. Ben o hareketi genç takımdan bu yana yapıyorum zaten. Pozisyon düşerse de yapmak isterim tabi ki. Denk düştü o anda. Ben bir gece önce Carlos’a şöyle hareket çekeyim diye düşünmedim. İçimden geldi ya da oyunun akışı, pozisyon gereği diyelim... Bütün futbolcular takımının yararına olan bir hareketi yapmak isterler. Ekibin düzenini bozmadan bu hareketi yapabiliyor ve takımım adına yararlı kullanabiliyorsam ben de genç takımdan beri alışık olduğum bir hareketi neden yapmayayım? Biraz önce Hasan Şaş’tan söz ettik. Onun ters çalımları var onu göstermek ister, Sergen’in asistleri çok iyidir onu sergiler. Tümer çok iyi orta yapar ya da şut çeker. Onlar da bu yeteneklerini ortaya koymaya çalışırlar."
-Belki çok erken bir soru gibi duruyor olabilir ama futbolu bıraktığında neler yapacaksın? Beşiktaş son durak mı?
"Öncelikle şunu söylemek isterim; Beşiktaş benim için bir yuva gibi. Arkadaşlarımla uyum içindeyiz, son derece mutluyum bu takımda. Nasip olursa futbolu da burada bırakmak istiyorum.Futobul bıratkıtan onra da kafamda bir proje var onu hayata geçireceğim..."
-Nasıl bir proje bu? Öğrenmemizde bir sakınca var mı?
"Şimdiki düşüncem moda ile ilgili bir şeyler yapabilmek. Kısa bir süre sonra da bunu gerçekleştireceğim zaten."
-Markanı kendin yaratacaksın diyelim mi?
"Olabilir olabilir... Ama zaten futbolu bıraktıktan sonra futbolla ilgilenmeyeceğim. Ama şunu söylemeliyim ki bugünki, şu anki düşüncem bu. Futbol bittikten sonra bir bakarsınız yine futbolun içinde kalabilirim. Ama şu anki düşüncem moda ile uğraşmak..."
-Neden böyle düşünüyorsun?
"Neden böyle düşünüyorum; bu yeni bir hedef benim için. Sadece futbolda değil değişik alanlarda da kendimi göstermek istiyorum"
-Peki seninle birer cümlelik cevapları olan bir oyun oynayalım. Ya da dar alanda kısa paslaşmalar yapalım...
"Tamam yanıt verebilecek ya da paslaşabileceksem yapalım...-gülüyor-"
-Cordoba
"-gülüyor-Çok güveniyor kendine
-Zago
"Terminatör"-gülüyor-
-Ronaldo
"İstikrar abidesi..."
-İbrahim
"Takımdaki tek deli."-gülüyor-
-Giunti?
"Giunti; Savaşan bir asker..."
-Sergen?
"Türkiye’nin en büyük yeteneklerine sahip..."
-Pancu?
"Şu sıralar çok stresli. Gol atamadığı için. İyi topçu"
-Lucescu?
"Tabii ki Baba demek lazım. Çok sevecen, büyük olayları alttan alabilen, büyük insan evet..."
-Son soru; Sinan Engin?
"O da; babacan..."-gülüyor-
kaynak: ntvmsnbc